Kayıp Renkler Diyarı

Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, her şeyin rengârenk olduğu büyülü bir ülke varmış. Burada çiçekler gökyüzü kadar mavi, ağaçlar zümrüt kadar yeşil, yollar gökkuşağı gibiymiş. İnsanlar mutlu, hayvanlar neşeli, her şey uyum içinde yaşarmış.
Bu ülkenin en meraklı çocuğu, küçük Ela’ymış. Ela, her gün bahçede koşar, çiçeklerle konuşur, gökyüzüne bakıp hayaller kurarmış. Bir sabah uyandığında büyük bir şaşkınlık yaşamış. Dünya artık eskisi gibi renkli değilmiş! Çimenler solmuş, gökyüzü griye dönmüş, çiçekler beyaz olmuş!
Ela hemen bilge Baykuş’a koşmuş.
“Baykuş amca, renklerimiz kaybolmuş! Ne yapacağız?” diye sormuş.
Bilge Baykuş, Ela’ya bir harita vermiş.
“Bu harita seni Renkler Diyarı’na götürecek. Renklerin neden kaybolduğunu bulmalısın!”
Ela, en iyi arkadaşı sevimli tavşan Pofuduk ile yola çıkmış. Dağları aşmış, nehirleri geçmiş, sonunda Renkler Diyarı’na varmış. Ama ne görsün! Orada her şey hâlâ rengârenkmiş, fakat renkleri koruyan büyülü kristaller kırılmış!
Kristalleri tamir edebilecek tek kişi, eski dostluk perisi Lila’ymış. Ancak Lila uzun zamandır ortalıkta yokmuş. Ela ve Pofuduk, periyi bulmak için derin ormana gitmiş. Ormanda üzgün bir ses duymuşlar.
Bu, dostluk perisi Lila’ymış!
“Neden buradasın?” diye sormuş Ela.
“İnsanlar artık eskisi gibi paylaşmıyor, yardımlaşmıyor. Dostluk azaldıkça kristaller de kırıldı. Bu yüzden renkleriniz soldu,” demiş Lila.
Ela ve Pofuduk birbirlerine bakmış. “Öyleyse dostluğu geri getirmeliyiz!” demişler.
Köylerine döndüklerinde insanlara paylaşmanın ve dost olmanın önemini anlatmışlar. Herkes birbirine yardım etmeye, oyunlar oynamaya, gülümsemeye başlamış. İşte o anda büyülü bir şey olmuş! Renkler yavaş yavaş geri gelmiş, çiçekler yeniden açmış, gökyüzü eski maviliğine kavuşmuş.
O günden sonra herkes dostluğun ve paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu hiç unutmamış. Ve Renkler Diyarı ile Ela’nın köyü sonsuza kadar parıldamaya devam etmiş.