Altın Gül Prensesi

Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, gümüş şatolarla süslenmiş, gökyüzüne değen kuleleri olan bir krallık varmış. Bu krallığın adı Altın Krallık’mış ve burada, güzelliği ve iyiliği ile nam salmış bir prenses yaşarmış. Adı, Prenses Lirya’ymış. Lirya’nın gözleri ay ışığı gibi parlak, saçları ise altından bir nehir gibi akarmış. Ama onu asıl özel kılan şey, kalbindeki saf iyilikmiş.
Prenses Lirya’nın en büyük hayali, halkının her zaman mutlu olmasıymış. Babası Kral Eldorin, bilge bir hükümdarmış ve kızının bu dileğini gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyormuş. Ancak bir gün, krallığın üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlamış. Kuzey Dağları’nda yaşayan kötü kalpli büyücü Malgard, Altın Krallık’ı ele geçirmek için korkunç bir plan yapmış. Malgard, krallığın kutsal simgesi olan “Altın Gül”ü çalarak, halkı mutsuzluğa sürüklemiş. Çünkü bu gül, krallığa bolluk ve bereket getiriyormuş. Gül olmadan, tarlalar kurumuş, nehirler çekilmiş ve insanlar umutsuzluğa kapılmış.
Prenses Lirya, bu felaketin önüne geçmek için bir şeyler yapması gerektiğini biliyormuş. Babasından izin alarak, en güvendiği yoldaşı, cesur şövalye Roderic ile birlikte yola çıkmış. Onların amacı, Altın Gül’ü geri almak ve krallıklarını kurtarmakmış.
Yolculukları kolay olmamış. Önlerine çıkan ilk engel, Karanlık Orman’daki dev örümcekler olmuş. Ormanın derinliklerinde, yollarını kaybetmişler ve örümceklerin ağlarına takılmışlar. Tam ümitlerini kaybedecekleri sırada, Orman Perisi Sylva yardımlarına koşmuş. “Ancak kalbindeki iyiliği kanıtlayan kişi, bu ormandan sağ çıkabilir” demiş. Lirya, örümceklerin sıkışıp kaldığı bir ağ parçasını görünce, onların da yardıma ihtiyacı olduğunu anlamış ve onları serbest bırakmış. Bunu gören Sylva, onlara yolu göstermiş ve büyülü bir tılsım vermiş. Bu tılsım, karanlığı aydınlatan bir ışık yayıyormuş.
Lirya ve Roderic, yola devam etmişler ve sonunda Kuzey Dağları’na ulaşmışlar. Ancak burada, Malgard’ın dev buz kurtları tarafından saldırıya uğramışlar. Şövalye Roderic, kılıcını çekerek kurtlarla savaşmış ama sayı çok fazlaymış. Lirya, Orman Perisi’nin verdiği tılsımı kullanarak kurtları uzaklaştırmayı başarmış. Sonunda Malgard’ın karanlık kulesine varmışlar.
Malgard, onları bekliyormuş. “Altın Gül’ü almak mı istiyorsunuz? Ancak gücümü yenebileceğinizi mi sanıyorsunuz?” diye kükremiş. Lirya cesurca öne çıkmış: “Gücün kötülükten gelir ama gerçek güç, iyilik ve cesaretle kazanılır!” demiş.
Büyücü, Lirya’ya bir teklif sunmuş: “Eğer Altın Gül’ü almak istiyorsan, üç bilmeceyi çözmelisin. Eğer başarısız olursan, sonsuza dek burada kalırsın!” Lirya bu teklifi kabul etmiş.
İlk bilmece şöyleymiş: “Görülmezdir ama her şeyi taşır, onu yakalayamazsın ama hissedersin. Nedir bu?” Lirya biraz düşünmüş ve gülümseyerek cevap vermiş: “Rüzgar!”
Malgard kaşlarını çatmış ama ikinci bilmecesini sormuş: “Ne doğar, ne ölür ama her zaman vardır?” Lirya biraz daha düşünmüş ve cevabı bulmuş: “Zaman!”
Büyücü dişlerini sıkmış ve son bilmecesini sormuş: “Benim ne kadarını paylaşırsan, o kadar azalırım. Ben neyim?” Prenses Lirya bu sefer fazla düşünmeden cevap vermiş: “Sır!”
Bilmecelerin hepsini doğru bildiği için Malgard öfkeden çılgına dönmüş ama anlaşmayı bozamazmış. Altın Gül’ü geri vermek zorunda kalmış. Ancak son bir kez daha saldırmaya çalışmış. Tam o sırada, şövalye Roderic kılıcıyla büyücünün asasını kırmış ve Malgard’ın kara büyüsü dağılmış.
Lirya ve Roderic, Altın Gül’ü alarak krallıklarına dönmüşler. Krallık eski bereketine kavuşmuş, halk yeniden gülümsemiş. Kral Eldorin, kızının cesaretini ve iyiliğini kutlamak için büyük bir şölen düzenlemiş. Prenses Lirya ve şövalye Roderic, birlikte büyük işler başardıkları için dostlukları daha da güçlenmiş.
Ve o günden sonra, Altın Krallık’ta iyilik ve mutluluk hüküm sürmüş. Prenses Lirya’nın adı, nesiller boyunca anlatılan bir kahramanlık öyküsü olarak hafızalara kazınmış.
Ve masal da burada mutlu sonla bitmiş…
Gökten üç elma düşmüş: Biri anlatana, biri dinleyene, biri de iyilik ve cesarete…
Bu masalı beğendiyseniz size göre bir masalımız daha var: Altın Kalpli Prenses