Ay Işığının Sırrı

Bir zamanlar, yeşilin her tonunun dans ettiği masmavi bir gökyüzü altında, huzurlu bir ormanın hemen kıyısında yer alan Minikdere Köyü’nde bir kız çocuğu yaşarmış. Adı Eylül’müş. Eylül sekiz yaşında, hayal gücü zengin, her gün yeni bir macera arayan bir kızmış. Ama onu diğer çocuklardan ayıran çok özel bir yeteneği varmış: Ay ışığını hissedebiliyormuş!
Her gece ay ışığı köyü aydınlattığında, Eylül’ün içi sımsıcak olurmuş. Ne zaman gece dışarı çıksa, ay ışığı onunla adeta oyun oynar, kollarını ışıkla sarar ve Eylül’e sanki bir şeyler anlatmaya çalışırmış. Ama bir türlü anlamazmış.
Bir gece, ay gökyüzünde dolunay olarak parlıyormuş. Eylül bir ses duymuş: “Hey Eylül! Yarın akşam benimle görüşmek ister misin?” Eylül kulaklarına inanamamış. Bu, ayın kendisinden geliyormuş! Başını kaldırıp cevap vermiş: “Tabii ki, ama seni nasıl görebilirim ki?”
Ay tatlı bir kahkaha atmış. “Ormanın derinliklerindeki Ay Pınarı’na gel. Seni bekliyor olacağım.”
Eylül bu davetle çok heyecanlanmış. Ailesine hemen yarın akşam için izin istemiş. Annesi önce endişelenmiş ama Eylül’ün ısrarlarına dayanamamış.
Ertesi akşam olduğunda Eylül, sevdiği kırmızı pelerini giymiş ve el fenerini alarak ormana doğru yola çıkmış. Ay ışığı yoluna rehberlik etmiş. Yolunu kaybetmediği gibi adımlarını hep doğru yere basıyormuş. Kimi zaman ağaçların arasından fısıldayan rüzgâr ona eşlik etmiş, kimi zaman baykuşların “huhuu” sesleri cesaret vermiş.
En sonunda Ay Pınarı’na ulaşmış. Pınar, gümüş gibi parlayan suyu ve çevresindeki parıltılı çiçeklerle büyülü bir yer gibi görünüyormuş. Tam ortasında bir ışık dalgalanmış ve birden bire ayın yansıması bir kadın şekline dönüşmüş. Bu Ay Perisi’ymiş! Uzun gümüş saçları ve nazik gözleriyle konuşmuş: “Eylül, seni buraya çağırmamın bir sebebi var. Ormanımız, karanlık gölgelerin tehdidi altında. Ay ışığı bile zayıflıyor. Ancak sen, kalbindeki cesaretle bunu durdurabilirsin!”
Eylül korkmuş, ama vazgeçmemiş. “Ne yapmam gerekiyor?” diye sormuş.
Ay Perisi, ona ışıktan yapılmış bir tüy vermiş.
“Bu tüyle Gölgelerin Mağarasına git. Gölgelere karşı tek silah, içindeki iyilik ve cesaret. Unutma, kalbin korkuyla değil sevgiyle dolu olmalı.”
Eylül, mağaraya ulaştığında gölgeler çok korkutucu görünmüş. Ama onları korkutmayı düşünmek yerine tatlı bir sesle konuşmaya başlamış.
“Merhaba gölgeler! Hepiniz aslında biraz ışıktan yapılmadınız mı? Gelin, dost olalım!”
Gölgeler bu sözlerle küçülmeye başlamış. Eylül ne kadar çok sevgiyle konuşursa, gölgeler o kadar zayıflıyormuş. En sonunda tamamen yok olmuşlar.
Eylül, Ay Perisi’nin ona teşekkür ettiğini ve bir dilek dilemesini söylediğini duymuş. Eylül, hiç düşünmeden dileğini fısıldamış:
“Köyümüz, ormanımız ve herkes daima mutlu ve güvende olsun!”
O günden sonra, Minikdere Köyü’nü hep bir huzur ve mutluluk ışığı aydınlatmış. Eylül ise gökyüzündeki aya baktığında artık onun sadece bir ışık olmadığını, bir dost olduğunu bilerek uyurmuş.
Ve sonsuza kadar, ay ışığının sırrı, cesaretle bir çocuğun kalbinde saklı kalmış.